Iki Kadin Yazarimizdan Almanya Izlenimleri
Gespeichert in:
Datum: | 2005 |
---|---|
1. Verfasser: | |
Format: | Artikel |
Sprache: | other |
Veröffentlicht: |
Кримський науковий центр НАН України і МОН України
2005
|
Schlagworte: | |
Online Zugang: | http://dspace.nbuv.gov.ua/handle/123456789/10430 |
Tags: |
Tag hinzufügen
Keine Tags, Fügen Sie den ersten Tag hinzu!
|
Назва журналу: | Digital Library of Periodicals of National Academy of Sciences of Ukraine |
Zitieren: | Iki Kadin Yazarimizdan Almanya Izlenimleri / Doc. Dr. Abide Dogan // Культура народов Причерноморья. — 2005. — № 68. — С. 119-123. — Бібліогр.: 6 назв. — тур. |
Institution
Digital Library of Periodicals of National Academy of Sciences of Ukraineid |
irk-123456789-10430 |
---|---|
record_format |
dspace |
spelling |
irk-123456789-104302010-08-04T12:07:14Z Iki Kadin Yazarimizdan Almanya Izlenimleri Abide Dogan, Doc. Dr. Публикации иностранных авторов 2005 Article Iki Kadin Yazarimizdan Almanya Izlenimleri / Doc. Dr. Abide Dogan // Культура народов Причерноморья. — 2005. — № 68. — С. 119-123. — Бібліогр.: 6 назв. — тур. 1562-0808 http://dspace.nbuv.gov.ua/handle/123456789/10430 other Кримський науковий центр НАН України і МОН України |
institution |
Digital Library of Periodicals of National Academy of Sciences of Ukraine |
collection |
DSpace DC |
language |
other |
topic |
Публикации иностранных авторов Публикации иностранных авторов |
spellingShingle |
Публикации иностранных авторов Публикации иностранных авторов Abide Dogan, Doc. Dr. Iki Kadin Yazarimizdan Almanya Izlenimleri |
format |
Article |
author |
Abide Dogan, Doc. Dr. |
author_facet |
Abide Dogan, Doc. Dr. |
author_sort |
Abide Dogan, Doc. Dr. |
title |
Iki Kadin Yazarimizdan Almanya Izlenimleri |
title_short |
Iki Kadin Yazarimizdan Almanya Izlenimleri |
title_full |
Iki Kadin Yazarimizdan Almanya Izlenimleri |
title_fullStr |
Iki Kadin Yazarimizdan Almanya Izlenimleri |
title_full_unstemmed |
Iki Kadin Yazarimizdan Almanya Izlenimleri |
title_sort |
iki kadin yazarimizdan almanya izlenimleri |
publisher |
Кримський науковий центр НАН України і МОН України |
publishDate |
2005 |
topic_facet |
Публикации иностранных авторов |
url |
http://dspace.nbuv.gov.ua/handle/123456789/10430 |
citation_txt |
Iki Kadin Yazarimizdan Almanya Izlenimleri / Doc. Dr. Abide Dogan // Культура народов Причерноморья. — 2005. — № 68. — С. 119-123. — Бібліогр.: 6 назв. — тур. |
work_keys_str_mv |
AT abidedogandocdr ikikadinyazarimizdanalmanyaizlenimleri |
first_indexed |
2025-07-02T12:22:01Z |
last_indexed |
2025-07-02T12:22:01Z |
_version_ |
1836537790555226112 |
fulltext |
ПУБЛИКАЦИИ ИНОСТРАННЫХ АВТОРОВ
119
aççi-ú “acı”; aàri-ú “hasta”; baàla-ú “bağlanmış halde”; buz-u-ú “bozuk”; oç-u-ú “açık”; sΨt-i-ú “ticaret”;
tol-u-ú “dolu”.
17. -m
-m eki fiilden isim yapma eklerinin çok işlek olanlarından biridir. Başlıca fonksiyonu fiille ilgili bir hal,
durum, iş ifade etmek olup o işle ilgili çeşitli isimler yapar:
ay(ı)r-i-m “ayrım”; baàla-m “bağlam, deste”; bΨk-i-m “bakım”; çΨk-i-m “bir defa içilen sigara”; Ψl-i-m
“alım”; kΨs-i-m “kesim”; oru-m “biçim” (oru-: “biçmek”); sΨz-i-m “sezgi”.
18. -mas
Yeni Uygur Türkçesinde -mas, -mes şekilleri görülen ek -ar gelecek zaman partisibinin olumsuzu olup
sıfat türetir.:
tut-mas “felçli”.
19. -miş
Yeni Uygur Türkçesinde -miş, -muş, -müş şekilleri görülen ek aslında sıfat fiil ekidir. Bu ek ile türetilmiş
isimler çok değildir:
úil-miş “suç”; keç-miş “geçmiş”; tur-muş “hayat, ömür, geçim”; öt-müş “geçmiş”.
20. -n
Genellikle film ifade ettiği anlamda yapılanı. olanı bildiren isimler türetir.
kΨl-i-n “gelin”; talan “yağma” (tala-: “yağmalamak”); yig-i-n~jigin “yığın, toplantı”; tüg-ü-n “düğüm”
(tüg-: “bağlamak”).
21. -ş
Bu ek Türkçenin en işlek fiilden isim yapma eklerinden biridir. Bütün fiil kök ve gövdelerine gelir. Ek
hareket isimleri yapar:
ay(ı)r-i-ş “ayırma”; bΨk-i-ş “bakma”; bΨr-i-ş “varma”; bΨr-i-ş “verme”; Ψk-i-ş “akış”; àucunu-ş “sinirlenme,
kızma” (àucunu-: “sinirlenmek”); izdin-i-ş “aranma” (izdin-: “aramak”); öç-ü-ş “1. sönme, sönüş; 2. silinme,
siliniş” (öç-: sönmek, silinmek); tüz-ü-ş “derleme”.
IV KAYNAKÇA
1. AKSAN, D., Sözcük Türleri, TDK Yay., Ankara 1983.
2. BANGUOĞLU, T., Türkçenin Grameri, TDK Yay., Ankara 1995.
3. CLAUSON, Sir G., An Etimological Dictionary of Pre-thirteenth-Century. Turkish, Oxford 1972
4. DEVELİOĞLU, F., Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara 1992.
5. ERGİN, M., Türk Dil Bilgisi, İstanbul 1998.
6. KORKMAZ, Z., Gramer Terimleri Sözlüğü, TDK Yay., Ankara 1992.
Türkçede Eklerin Kullanış Şekilleri ve Ek Kalıplaşması Olayları, TDK Yay., Ankara 1994.
7. KURBAN, İ., Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü, TDK Yay., Ankara 1995.
8. ÖZTÜRK, R., Yeni Uygur Türkçesi Grameri, TDK Yay., Ankara 1994.
9. RÄSÄNEN, M., Versuche eines Wörterbuches der Türksprachen, Helsinki 1969.
10. ZÜLFİKAR, H., Terim Sorunları ve terim Yapma Yolları, TDK Yay., Ankara1991.
İKİ KADIN YAZARIMIZDAN ALMANYA İZLENİMLERİ
Doç. Dr. Abide DOĞAN
Gazi Universitesi/Turkey
Giriş
1960’lı yılların başından itibaren Almanya ile Türkiye arasında imzalanan anlaşma uyarınca Almanya’ya işçi
göçü başlamıştır. Zamanla başka Avrupa ülkeleri ile Kuzey Afrika, Orta doğu, Rusya ve Türk Cumhuriyetlerine
de giden Türk işçileri için Almanya işçi göçünün sembolü haline gelmiştir. Zira ilk ve en çok işçi kabul eden ülke
Almanya’dır ve özel ihtisas komisyonu raporunun verilerine göre, “Bugün, Türkiye dışında, dünyada 3.8 milyon
Türk vatandaşı yaşamaktadır. Bunların 3.3 milyonu Avrupa’da, 2.3 milyonu ise Almanya’da yaşamaktadır. Bu
veriler gözönüne alındığında dünyadaki Türklerin %60’ının Avrupa’da, Avrupa’daki Türklerin %70’inin ise
Almanya’da yaşadıkları sonucuna ulaşılmaktadır” (Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2001:1).
Yurtdışında, özellikle de Almanya’da yaşayan işçilerimizin ekonomik, sosyal ve kültürel boyutlu sorunlar
yaşadıkları bir gerçektir. Gerek Almanya’da gerekse Türkiye’deki yazarlarımızın da bu sorunları roman ve
öykülerinde ele alıp irdelemişlerdir. Bekir Yıldız, Adalet Ağaoğlu, Abbas Sayar, Dursun Akçam, Yusuf Ziya,
Bahadınlı, Güney Dal, Gülten Dayıoğlu, Tarık Dursun K., Zülfü Livaneli, Aras Ören, Yüksel Pazarkaya, Nevzat
Üstün, Füruzan, Sara Gül Turan gibi yaşamının bir kısmını Almanya’da geçirmiş ya da Türkiye’de
dinlediklerinden, hareketle Almanya’ya gidenlerle geride kalanların sıkıntılarını öyküleştirmiş yazarlarımız vardır.
Bu yazarlar edebiyatımızda “gurbetçiliği konu edinen”, “duygusal yoğunluğu fazla olan”, bir “gurbet yazını”
ortaya çıkarmıştır (Gitmez 1981:145).
Öte yandan Almanya’da yaşayan ve yaşadıklarını izlenimlerini anlatan “Konuk İşçi Edebiyatı” ya da daha iyi
bir deyişle “Göçmen Edebiyatı” (Özyer 1994:99) ürünleri veren yazarlar da vardır. “Özdemir Başaran, Habib
Bekdaş, Aziz Yaşar Kılıç, Fethi Savaşçı, Hüdai Ülker, Necdet Tosuner, Şinasi Dikmen Almanya’da “Entellektüel
Konuk İşçi” yazarları arasında yer almaktadır. Bu gruba giren yazarlar, Almanya’ya konuk işçi olarak gelmiş olup
memleketlerinde ya da Almanya’da belli düzeyde öğrenim görmüş, uzun yıllardan beri Almanya’da yaşayan ve
genelde Almanca yazan yazarlardır” (Özyer 1994:99).
Bu arada kadın yazarlarımız da gerek Almanya’da gerekse Türkiye’de konu ile ilgili eserler vermişler,
Almanya’da yaşanan sorunlara kadın dikkati ile yaklaşmışlardır. Almanya’da yaşayan Türk yazarlara Alev
Doç. Dr. Abide DOĞAN
İKİ KADIN YAZARIMIZDAN ALMANYA İZLENİMLERİ
120
Tekinay (Engin İngiliz Bahçesinde), Gönül Özgül (Geminin En Altındaki), Renan Demirkan (Üç Şekerli Demli
Çay),(*) Sara Gül Turan (Gülün Dikeni) örnek verilebilir.
Türkiye’de ise Adalet Ağaoğlu (Fikrimin İnce Gülü), Füruzan (Berlin’in Nar Çiçeği), Gülten Dayıoğlu
(geride Kalanlar, Geriye Dönenler) ve Esmahan Akyol (Kitapçı Dükkanı) gibi yazarlar roman ve öykülerle
Almanya’da yaşanan sorunlara gerçekçi bir yaklaşım sergilemeye çalışmışlardır.
Biz bu yazımızda Almanya’ya Üniversite ve Doktora öğrenimi için giden, entellektüel bilgili ve görgülü iki
kadın yazarımızın iki eseri üzerinde durarak onların bakış açısıyla özellikle Almanların Türkler üzerinde nasıl bir
izlenim bıraktığını göstermek istiyoruz.
Sara Gül Turan - Gülün Dikeni (1993)
Erenköy Kız Lisesi’ni bitirdikten sonra Üniversite öğrenimi için 1970 yılının sonlarında Almanya’ya giden
Sara Gül Turan, 1971 yılında Alman Hava Yolları’na girerek dokuz yıl hosteslik yapmış; 1981 yılında
Frankfurt’ta bir video dükkanı açmış, 1985 yılında dükkanı kundaklanmış, sigortadan para almak amacıyla
kundaklama olayının içinde olduğu düşünülerek altı hafta sonra tutuklanmıştır. Elli dört kez mahkemeye çıkarılan
Turan, on sekiz ay kadar Frankfurt kadınlar Hapishanesi’nde tutuklu kalmıştır. 1986’da serbest bırakıldıktan
sonra, hapishanede yaşadıklarını bu eserinde anlatmıştır.
Yazarın bu romanı yazmaktaki amacı, insan haklarına önem verilen medeni ülkelerde bile insanların türlü
işkencelere maruz kalabileceklerini, cezaevlerinde her türlü çirkin ilişkilerin yaşanabileceğini göstermektedir.
_______________________________
(*) Bu yazarların eserlerinin tanıtımıyla ilgili olarak bakınız: “Almanya’da Türk-Türkiye’de Almanyalı: Alev
Tekinay’ın Yeni Kitabı Üzerine” (s:152-154); “Bir Arada Yapayalnız: “Geminin En Altındaki”, (s:157-158; “Üç
Şekerli Demli Çay” (s:159-160), Özyer, Doç. Dr. Nuran (1994) Edebiyat Üzerine, Ankara: Gündoğan Yay.
Bununla beraber, yazarın üzerinde durduğu çok önemli bir konu daha vardır: Arkadaş seçimi. Eserde yanlış
arkadaş edinmenin, herkesi dost sanmanın insanı nasıl yanıltabileceğinin, hatta başına telafisi imkansız dertler
açabileceğinin de altı çizilmiştir. Çünkü Sara, esas olarak arkadaş kurbanı olmuştur. Önce kitapta anlatılanları
özetleyelim:
Almanya’ya Üniversitede öğrenim görmek için giden Sara, hosteslik yaparak geçinmeye çalışır. Alman Rolf
ile evlenir ve bir kızı olur. Ancak üç yıl sonra kocasından ayrılır. Almanya’da Levent adlı bir Türkle tanışır ve
onunla ortak bir video dükkanı açar. İşleri iyi gider, çok para kazanır. Bu arada bol para harcamaya ve kumar
oynamaya başlar. Çok kazandığını gören bazı kötü niyetli adamlar ondan haraç isterler. Zor durumda kalan Sara,
tanıdığı kumarhane ve gazino sahibi Küçük Ağa’dan yardım ister. O da Sara’yı Rıfat ve Ahmet ile tanıştırır. Bu
kişiler ülkücüdür ve Türkiye’de bazı olaylara karıştıkları için 12 Eylül’den sonra Almanya’ya gelmişlerdir. Sara
bir süre sonra Rıfat’la iş ortağı olur. Ahmet de Sara ile evlenmek ister. Böylece Rıfat ile Ahmeat’in arası açılır.
Rıfat Ahmet’i öldürmek ister, ancak başarılı olamaz, Ahmet yaralanır. Rıfat da dükkanı kundaklatır. Sara bu
olaydan sonra göz altına alınır, sorgulanır ve sonunda Frankfurt Kadınlar Hapishanesi’ne gönderilir.
Sara hapishanede zor günler geçirir. Bir kadın gardiyanın tecavüzünden son anda kurtulur. Hücreye kapatılır.
Orada da Alman olduğunu düşündüğü kişilerin tecavüzüne uğrar. Bir yandan şiddet ve tecavüzler bir yandan da
sonu gelmeyen mahkemeler Sara’nın psikolojisini iyiden iyiye bozar. İntihara kalkışır, sinir krizleri geçirir. Savcı
sigortadan para almak için dükkanı kundakladıklarını iddia eder. Hapishanede ayrıca bir hakimin de tecavüzüne
uğrar. Başına gelenleri avukatına anlatır, ancak avukatı ona susmasını tembihler. Avukatın yönlendirmesiyle,
sigortaya fazla mal bildiriminde bulunduğunu söyler. Bu defa da dolandırıcılıktan yargılanmaya başlar. Mahkeme
bazı hafifletici nedenleri de gözönüne alarak Sara’ya on beş ay ceza verir. Sara on yedi ay, üç hafta dört gün, on
altı saat ve üç dakika hapishanede yattıktan sonra özgürlüğüne kavuşur.
Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı gibi, yazar, yaşadıklarıyla bire bir örtüşen bu esere (*) (kendi deyimiyle
bir uzun öykü veya anı) “Gülün Dikeni” adını veriyor ve bunun nedenini ise şöyle açıklıyor:
“.... gülü seven dikenine katlanır, derler. Bugüne dek, tüm zorluklarına rağmen yaşamı çok sevdiğim için,
çok şeylere katlanmaya çalıştım. Acı da olsa, zor da olsa...(s:10). Gerçekte Sara Almanya’da güzel günler, bol
para kazanmış, evlenmiş ve bir çocuk sahibi olmuştur. Ama hayat hep güzelliklerden ibaret değildir. Gül, burada
Sara’nın yaşamındaki güzellikleri, diken de kötülükleri temsil eder.
Sara Gül Turan yaşadıklarından hareketle kaleme aldığı bu anı-romanında Alman hapishanesinde karşılaştığı
insanlık dışı yaşamı, işkence ve tecavüz olaylarını, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gibi, medeni ülkelere
yakışmayacak düşünce davranışlar karşısında eleştirel bir tavır sergiler. Çünkü, gerek Almanya’da, gerekse
hapishanede bulunduğu sürece Almanların tavırlarından, haksız ithamlarından oldukça rahatsızdır. Hapishane
yaşamın doğal olarak onun üzerinde tamiri imkansız derin izler bırakır. Örneğin, Sara kendini muayene etmek
isteyen doktorun eldivenlerinden ürker. Çünkü, bu eldivenlerin bir AIDS hastasında kullanılma ihtimali vardır.
Bunu düşünmek bile insana bir işkencedir. Sara bu yöndeki endişelerini eserde şöyle ifade eder:
“Birden aklıma doktorun elindeki eldiven takıldı... Acaba o eldiven daha önce başka makamlarda da
kullanılmış mıydı? Ya AIDS’li bir kadında kullanıldıysa, o zaman AIDS virüsü de kapabilirdim. Tüm bunları
sormaya, tereddütlerimi gidermeye dahi hakkım yok... Almanya sevdasına kapılıp, buralara gelmeseydim, belki de
bu acı ve işkenceleri asla çekmeyecektim (s:142-143).
Sara’ya göre hapishane koşulları da Almanya gibi medeni bir ülkeye hiç yakışmamaktadır. Eserden aldığımız
iki alıntının yeterli olacağı düşüncesindeyiz.
ПУБЛИКАЦИИ ИНОСТРАННЫХ АВТОРОВ
121
(*) Eserin Almanca baskısına Günter Wallroff tarafından bir önsöz yazılmıştır. Yazarın anlattıkları
Almanya’da çok ilgi çekmiş, Sara’nın hakim tarafından cinsel tacize uğradığı iddiası üzerine hakim mahkemeye
başvurmuş ve eserin satışını yasaklatmıştır. Ancak bir süre sonra kitaptaki ilgili sayfaların üzerine siyah bant
çekilerek kitabın satışa çıkarılabileceği karara bağlanmış, bu karar da yazar tarafından temyiz edilmiştir (s:7).
Eser Almanya’da ırkçılık kararının ve cezaevi şartlarının tartışılmasına neden olmuş; Alman Adalet
Bakanlığı bunun üzerine soruşturma başlatmıştır.
“Çırılçıplak halde yatağın üzerindeydim. Bacaklarımda birşeylerin gezindiğini hissettim. Bacaklarımın üzeri
hamam böceği doluydu” (s:130).
“Odamın vıcık vıcık döşemesinin bazı yerlerinde bok kümeleri duruyordu” (s:130).
Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Irkçılık ve yabancı düşmanlığı Almanya’da yaşayan Türklerin başta gelen sorunlarındandır. Eserde otuz
yaşlarındaki bayan polis Krüger’in söyledikleri yabancı düşmanlığının boyutlarını göstermesi bakımından dikkate
değer:
“Orospu” diye bağırdı Bayan Krüger. “Neden konuşmuyorsun? Siz çok pis bir milletsiniz. Defolup gidin de
biz de sizlerden kurtulalım artık. Ne yüzsüz köpeklersiniz böyle” (s:22).
“Pis Türkler” diye haykırdı dışarı çıkarken (s:22).
Bu tür aşağılayıcı sözler yanında, Sara’ya söylenen şu sözler oldukça anlamlı ve düşündürücüdür:
“Aslında sen bir Alman olsaydın bunları sana yapmazlardı” (s:159).
Sara’nın Almanya ve Almanlar hakkındaki tespit ve yorumları da kendine özgü olmakla beraber yine de
Almanya’da yabancı olma gerçeğine dikkat çeker:
“İlk kez insanın insandan nefret ettiğini, hele yabancıların insan sınıfına dahi sokulmadığını burada gördüm...
Burada yabancı olmak demek, evinde tedirgin oturmak demek. Her şeyden ötesi, bir gün ansızın
karşılaşabileceğin, kendini bilmez bir Alman’ın aşağılayıp horlamasına sessizce boyun eğmek demek! (s:164).
Almanların bu tutumuna karşılık, Sara yurt dışına tarihi eser kaçırmaya teşebbüsten tutuklanan ve Buca
cezaevi kadınlar koğuşunda kalan Amerikalı Gene Le Pere adlı kadının yazdığı kitapta söylediklerini aktararak
Alman ve Türk adalet sistemlerini karşılaştırma fırsatı verir:
“Türklerin bir suçu yoktu bu işte. Onlar kendi ülkelerini kendi kurallarıyla yönetiyorlardı ve buna da hakları
vardı. Ama İngilizler, o soğuk, soğukkanlı, vurdumduymaz yaratıklar beni koruyup savunmaları gerekirken çekip
gitmişlerdi... Cezaevinde, Türk insanını tanıdım. Ve Geceyarısı Ekspresi’nin ne denli uydurma olduğunu anladım.
Başıma gelenlerde Türklerin hiçbir suçu yoktur” (s:161).
Sara’nın hapishane gözlemleri arasında kadın polis ve gardiyanların mahkumlara kötü davrandıkları, işkence
ve dayak gibi olaylara göz yumdukları, hapishanelerde seviciler için özel odalar ya da gardiyanlarla sapık ilişkiler
yaşadıkları da yer almaktadır.
Sara Gül Turan anılarına dayanarak yazdığı bu anı-romanında bir yandan Almanya’daki Türklerin çektikleri
sıkıntılara dikkat çekmiş bir yandan da konuyu bir Alman hapishanesine taşıyarak, medeni ülkelerde bile bu tür
yerlerin çok farklı olmayacağı gerçeğini ortaya koymuş oluyor. Ayrıca, eleştirel bir bakış açısıyla, kötü izlenimler
edindiği Almanya’da yabancı olarak yaşamanın zorluklarını da vurguluyor.
Esmahan Aykol - Kitapçı Dükkanı (2001)
Almanya’da yabancı olmanın ne demek olduğunu Esmahan Aykol’un Kitapçı Dükkanı adlı anı-romanından
da öğreniyoruz. Gerçi bu romanın konusu Türkiye’de (İstanbul) geçiyor; kahramanı da bir Alman. Yazar Alman
olan roman kişisini kendisinin yerine koymuş.
Esmahan Aykol da tıpkı Sara Gül Turan gibi Almanya’ya eğitim amacıyla gidenlerdendir. Üstelik o
Üniversite mezunudur. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra bir süre gazetecilik yapmış ve
Almanca öğrenmek için Berlin’e gitmiştir. Başladığı kurstan memnun kalmayınca Üniversiteye girmiş; önce
hukuk masteri yapmaya başlamış; sonra da doktoraya... Doktora çalışmasını hala sürdürmekte olduğundan yılın
yarısını Almanya’da geçirmektedir.
Esmahan Aykol’un eserini yazmaktaki amacı, Almanların kötülüklerini ortaya koymak ve böylece onlardan
intikam almaktır. Çünkü Aykol Berlin’de yaşamaya başlayınca Almanları tanımış, orada başından çok tatsız
olaylar geçmiştir. Almanya’da sadece Türk olduğu için aşağılandığını, dışlandığını görmek onu çok üzmüş ve
etkilemiştir. Türkiye’de sosyal ilişkileri iyi olduğu halde, orada bu tür haksız ve yersiz tavır ve davranışlardan
rahatsız olmuştur. Sonunda düşünüp taşınmış; Türklerle Almanları karşılaştıran ve Almanların kötülüklerini
ortaya koyan bir şeyler yazmaya karar vermiştir. “Bakın bir Türk, bir “kara kafa” sizin hakkınızda bunları bunları
düşünüyor demek istedim” diyen yazarın çıkış noktası Almanlardan intikam almaktır” (Arman 2003:2).
Aykol, “BeN bir roman yazmak istedim. Yani ille de polisiye olsun diye bir derdim yoktu. Bir kadın olsun,
Alman olsun, Türkiye’de yaşasın, polisiye roman sevsin, Kuledibinde bir kitapçı dükkanı olsun. Ve Kati’yi
yarattım” (Arman 2003:2).
Yazar bir röportajda böyle söylemesine rağmen kendisi iyi bir polisiye roman okuyucusu olduğu, üstelik bu
tür Almanya’da çok popüler bulunduğu için, polisiye romanı tercih etmiştir. (*)
Aykol Almanya’ya gitmişti; romanında ise Alman Kati’yi Türkiye’ye getiriyor. Eserde olaylar şöyle
gelişiyor:
Roman kahramanı Kati, on üç senedir İstanbul’da yaşayan, Türklere göre çok iyi Türkçe konuşan bir
Almandır. Kendisini İstanbullu olarak kabul eder. Kati’nin Kuledibinde (yazarın oturduğu semt) polisiye roman
sattığı bir kitapçı dükkanı vardır. Kendisi iyi bir polisiye roman okuyucusu olduğu için dükkanında da polisiye
romanlar satar.
Doç. Dr. Abide DOĞAN
İKİ KADIN YAZARIMIZDAN ALMANYA İZLENİMLERİ
122
Kati’nin çok yakın arkadaşı olan Petra, Almanya’da tanınmış bir film artistidir. İstanbul’a film çekimi için
gelir, ancak filmin yönetmeni Kurt Müller İstanbul’a geldiklerinin ikinci gecesi bir cinayete kurban gider. Polisiye
romanlara düşkünlüğü ile bilinen Kati için bu cinayet ile (üstelik arkadaşı da katil zanlısıdır) ilgilenmek bir
görevdir. Cinayeti Batuhan adında, çok iyi bir insan olan komiser araştırır, Kati Batuhan’dan çok hoşlanır ama
polislerden nefret ettiği için ona fazla yaklaşamaz (*).
Kati araştırmaları sırasında olayın mafya ile ilintili olduğunu ortaya koyar. Bu durumda cinayeti çözmenin
çok zor olduğuna karar verip herşeyi bırakır. Ama yeni tanıdığı kişilerin yardımıyla çözüme giden yola ulaşır. Bu
arada tanıştığı Avukat Selim ile de beraberliği olur.
____________________________
(*) Kitap İsviçreli bir yayınevi tarafından Almanca’ya (Diogenes) çevrilmiş, Ekimde İsviçre, Avusturya ve
Almanya’da piyasaya çıkarılacağı da aynı röportajda duyurulmuştur.
(*) Yazar gerçek hayatında da böyle bir polis tanımıştır. O dönemde Beyoğlu Emniyet Müdürü olan bu polis
hakkındaki düşüncesini bir röportajda şöyle belirtmiştir: “Acayip janti, üniversite mezunu, hoş bir adam. Polislere
karşı bu kadar önyargılı olmasam arkadaş bile alabiliriz diye düşünmüştüm, haberi yok ama kendisinden esinlenip
bir karakter yarattım”. Yazar aynı röportajında, polislerden çok korktuğunu, bu yüzden hayatta bir polis
arkadaşının olamayacağını söylüyor (Arman 2003:2).
Sara Gül Turan gibi yaşadıklarından da yararlanarak bu eseri ortaya koyan Esmahan Aykol,
kahramanı Kati aracılığıyla hem Almanlar hem de Türkler ile ilgili yorumlarını aktarmaktadır. Yazar
zaman içinde, Türkiye’de yaşattığı Kati’yi adeta Türkleştirir. Yazarın Türkleri eleştirisi siyaset, gelenek
ve görenekler üzerine yoğunlaşırken, Almanları eleştirisinde ve Almanların pintiliği kabalığı,
soğukluğu, bira tutkusu, polisi, doktoru, sağlık teşkilatı gibi çok çeşitli ve farklı konulara yöneldiği
görülür. Yazarın dikkatini yoğunlaştırdığı konularda çoğu zaman olumsuz ve önyargılı bir tutum içinde
olduğunu, özellikle Berlinlilere karşı kin ve nefret duyduğunu belirtmeliyiz.
Almanların Berlin’de yaşamaya başlayınca tanıdığını söyleyerek Aykol’a göre, “çok tatsız şeyler yaşadım”
dediği Berlin’deki Almanlar özellikle kabadır. Romanda yeri geldiğinde onların bu olumsuz yönünü açıkça
söylemekten çekinmez:
“Almanlar, hele de Berlinliler kadar kaba olmadığım için gene çenemi tuttum”(s:24).
Berlin’deki Almanlar kaba oldukları kadar bakımsızdır da. Ama Münih farklıdır:
“...Almanya’da ise hemen herkes (...) saçını kendi keser, kendi boyar; manikür, pedikür, cilt bakımı
yaptırmaksa söz konusu bile değildir. Sokaklar zorunlu kalmadıkça yüzüne bakmayı istemeyeceğiniz insanlarla
doludur bu yüzden. Münih farklıdır, orada göz estetiğini okşayarak birilerine rastlanır ama hele de Berlin’de bu
paçozlar ordusu yüzünden insanın canı sokağa çıkmak istemez”(s:22).
İstanbul’da bu kadar kılıksız insanı bir arada görebildiğim tek yer havaalanındaki Berlin uçaklarıydı. Daha
Berlin’e inmeden kültür şoku başlamıştı işte” (s:186).
“Berlin’de İstanbul’daki gibi şık dolaşmaya da gelmezdi, metrolarda insana tımarhane kaçkını muamelesi
yaparlardı” (s:161).
Almanların bira tutkusuna da değinilen eserde, “Evinde bira olmayan bir Alman, teknik adamsız futbol
takımına” benzetilir (s:98).
Yazar sürekli bira içen Almanlar kadar, sürekli kebap yiyen Türklerden de nefret ettiğini söyler (s:195).
Esmahan Aykol kitabında Almanların faşizanlıklarıyla, özellikle de yabancıları dışlamaları ve onlara
düşmanlık duygusu beslemeleriyle alay eder. Almanya’da, gerçek yaşamda da saçları siyah ve Türk olduğu için
“acayip aşağılandığını” hissetmiştir. Ona göre saçlarının siyah oluşu ciddi bir sorundur. “Mesela metroya
biniyorum, insanlar tedirgin oluyor. Ben yaklaşınca çantalarını filan kucağına alıyorlar. Ben de yavaş yavaş
saçlarımın rengini açtım!” (Arman 2003:2). Bu sözler onun ne kadar aşağılandığının, dolayısıyla suçlandığının,
yavaş yavaş saçlarının rengini açıp siyah saçlı Türk olmaktan uzaklaşmak istemesinin de göstergesidir.
Aykol gerçek yaşamında Üniversitede de benzer sorunlar yaşadığını şöyle anlatır:
“Solcu Almanlarla Türklerin iç içe yaşadığı Kreuzberg dışında her yerde yaşıyordum. Bir profesörle
konuşuyorum mesela, beni İspanyol ya da İtalyan zannediyor, 10 dakika problem yok, 11. dakikada “Siz nereden
gelmiştiniz?” diyor, “Türk’üm” deyince, adamın yüzünde engelleyemediği bir ifade beliriyor. Almanya’daki
Türk’e benzeyen Türklerden daha fazla hissettim yani o dışlanmayı. Marketteki kasiyer kadın bile bağırıyor,
çağırıyor. Neymiş az Almanca biliyorsun! (...) Almanya’da az Almanca bilmek bile müthiş bir gerginliktir...
(Arman 2003:2).
Almanya’da yabancı olmak zordur. Oradaki yabancıların en büyük korkusu yabancı düşmanlığına maruz
kalmaktır. Almanya’da ırkçı dazlakların ortalığa saçtığı korkudan Aykol da etkilenir. Onun belirlemelerine göre,
“Almanya’da hemen her gün dört-beş yabancı saldırıya uğruyor, dazlaklar sokak ortasında adam öldürüyor, ama o
ülkede hala yabancılar yaşıyor” (s:169).
Yazar Almanların pintiliğiyle alay eder. Romandan alıntıladığımız bir paragrafta bunu açıkça görürüz:
ПУБЛИКАЦИИ ИНОСТРАННЫХ АВТОРОВ
123
“... O korkunç Alman köylülüğünün ruhumda yarattığı tahribattan kurtulamadığımı, tipik bir Alman pintisi
olduğumu, evimde hiçbir zaman gereksiz bir ampul yakmadığımı, hatta elektrik sarfiyatı olmasın diye eve halojen
lamba taktırmadığımı, utanmasam diğer Almanlar gibi benim de gecelerimi mum ışığında geçireceğimi anlattı”
(s:13).
Almanlar için taksiye binmek çok özel bir şeydir. Doğum günleri gibi çok özel günler dışında taksiye binmek
lükstür. Romanda da konuyla ilgili olarak yazar kahramanına şunları söyletir:
“Yok, param gitmesin diye taksiye binmezmişim; yok evime gelen misafirlere kuru bir çay ikram edermişim;
bir keresinde, lokantanın birinde, herkesin kendi hesabını ödemesini teklif etmişim falan filan...” (s:13).
“Sen Almansın” dedi kıkır kıkır gülerek. “Ucuz olsun diye metroyla gitmeye kalkarsın şimdi. Gözümle
görmeden eve taksiyle gittiğine inanmam” (s:198).
Yazar Almanların pintiliğini alaylı bir ifade ile öne çıkarırken, öte yandan, onlara olan nefretini, Türkiye’de
sevmediği, eleştirdiği konularla karşılaştırarak ortaya koyar. Örneğin, bürokrasi...
“Türk bürokrasisi de, aynen Alman bürokrasisi gibi, hantal ve bol kağıtlı işlemesiyle meşhurdur” (s:16).
Aykol’un dikkatini yönelttiği konulardan biri de Alman polisinin becerisizliği ve doktorlarının da teşhis
koyma konusunda “özellikle kötü” oluşudur. Yazara göre Almanya’da sağlık hizmetleri dökülmektedir. Herkes,
Türkiye fakir olduğu için, orada sağlık hizmetlerinin de kötü olduğunu zannetmektedir. Halbuki, özellikle teşhis
konusunda Türk doktorları Alman doktorlardan çok daha iyidir (s:208).
Alman polisi de beceriksizliğinden dolayı “...rehine alanları yakalamak için rehineleri öldürmesiyle
meşhurdur” (s:181).
Almanların soğuk ve mesafeli insanlar oldukları söylenir. Yazar da bu görüştedir. Romanında iki eski
arkadaşın yıllar sonra karşılaşmalarını şöyle anlatır:
“... El sıkışıp, yanaklar birbirine değdiriliyor, adeta zoraki. O kadar! Ne bir sarılma, ne kolların arasına alıp
sıkma, ne de karşılıklı sırt sıvazlama... Görüyorsunuz, milletler hakkındaki klişelerden en mustarip insanlardan
biri olmama rağmen, ben bile Almanlar hakkındaki klişelerin bir kısmının gerçeği yansıttığını ifade etmek
zorunda kalıyorum bazen"”(s.20).
Romanda Türklerin Almanlarla ilgili garip önyargılarından da söz edilir. “Örneğin, gülen, neşeli bir Alman
görünce Türkler şaşkınlıktan bayılacak gibi oluyorlar. Ben güldüğümde ise bu topluma artık iyice entegre
olduğumu düşünüp hoş karşılıyorlar. Almanya’da yaşadığım yıllarda da arada bir de olsa güldüğüme ve buna
rağmen dışlandığıma şu ana kadar kimseyi inandıramadım. Hatta gülen bir Alman olduğum için Almanya’da
barınamadığımı ve bu yüzden İstanbul’a yerleştiğimi düşünen tanıdıklarım bile var” (s:10).
Roman kahramanı Kati’nin bu sözleri Almanların, Türklerin zannettiği gibi gülmeyen, gülmeyi sevmeyen
insanlar olmadıklarını, ancak öyle zannedildiklerini ortaya koyuyor.
Esmahan Aykol’un bu romanı da Almanya’da itilmiş, dışlanmış, kültürlü bir kadının izlenimlerini göstermesi
bakımından dikkate değerdir.
Sonuç
Almanya’ya işçi olarak göç eden vatandaşlarımızın sorunları bazı yazarlar tarafından, hikaye ve roman
türünde, değişik açılardan, farklı bakış açılarıyla ele alınmıştır. Bu yazarların bir kısmı Almanya’ya işçi olarak
gitmiş, sonradan, yaşadıklarını kaleme almıştır. Örneğin, Bekir Yıldız. Bunların bir kısmı Türkiye’de iken belli
düzeyde eğitim görmüştür. Bazıları ise Türkiye’de yaşayan, Almanya’ya gidenlerin ve geride kalanların
sorunlarını duyan okuyan, ya da onlarla konuşup öğrenen yazarlardır.
Almanya sorunlarını ve izlenimlerini aktararak bir bakış açısı oluşturan yazarlar arasında -az sayıda da olsa-
kadınlar da yer alır. Füruzan, Adalet Ağaoğlu, Gülten Dayıoğlu, Sara Gül Turan ve Esmahan Aykol ilk anda akla
gelen yazarlarımızdır. Buradaki son iki isim diğerlerinden bazı bakımlardan ayrılır. Gerek Turan gerekse Aykol
Türkiye’de belli düzeyde eğitim gördükten sonra Üniversite ve Doktora eğitimi almak amacıyla gittikleri
Almanya’da, tanıdıkları Almanlar ve Almanya ile ilgili izlenimlerini entellektüel bir yaklaşımla okuyucuya
aktarmaktadırlar. Bu yazarların izlenimci bir bakış açısıyla yazdıkları eserleri anı-roman olarak tanımlanabilir. Bu
yüzden bu romanların tamamen objektif olabileceklerini düşünmek zordur. Çünkü eserlerde Almanlara karşı
olumsuz izlenimler, duygu ve düşünceler yer almaktadır. Yazarları en çok rahatsız eden de Almanların ırkçı
tutumları, dolayısıyla yabancı düşmanlığı gibi medeni ülkelere yakınlaşmayan davranışlar içinde bulunmalarıdır.
Yazarların çıkış noktası kendilerine çok acı çektiren Almanlardan intikam almak arzusudur. Esmahan Aykol bunu
açıkça belirtmektedir. Sara Gül Turan ise eseri Almanya’da yayınlandığında epeyce dikkat çekmiş, eser ırkçılık
düşüncesi ve cezaevi şartlarının tartışılmasına neden olmuştur.
Kaynakça
Arman, Ayşe (2003), “Almanlardan İntikam Almak İçin Yazdım” , Hürriyet-Pazar:6 Nisan.
Aykol, Esmahan (2001), Kitapçı Dükkanı, İstanbul: Everest Yay.
Gitmez, S. Ali (1981), “Türk Yazınında Dış Göç” Türk Dili, Eylül:145-167.
İşgünü Piyasası (Yurt Dışında Yaşayan Türkler) (2001), Ankara: Özel İhtisas Komisyonu Raporu:1-3.
Özyer, Doç. Dr. (1994), “Almanya’da Bir Türk Hiciv Ustası”, Edebiyat Üzerine, Ankara: Gündoğan Yay.
Turan, Sara Gül (1993), Gülün Dikeni, İstanbul: Milliyet Yay. (6.bsk.).
|